Seçil Özcan İzmir
EŞİK
Asma da mutsuz üzüm
Dalında ben
Bağbozumuna uyanan
Bir kadeh şaraptı annem
Geçtim yaşlı gözlerden
Sümbül kokan seslerden
Orda öyle duran
Öylece
Ah ile vah arası
Mekik dokuyan kendimden
İğneli saatlerden
Desen desen ruhlardan
Geçtim sıkıntısından gülün
Sancısından doğuran göğün
Orda öyle duran
Ağlamakla gülmek arası
Geçtim Hayyam’ın yüzündeki benden
Birazda cüceler öldürse devleri
Beş yıl yaşasa kelebekler
Uğuldamasa
Bir kere olsun konuşsa ya lahitler
Açılan kapıdan gitsem
Kendime
Dönmesem
Yaprak Ünvar İzmir
Taciz
şarhoşum bu sıralar
tıpkı sizler gibi dönüyor başım
hayat denen sonzuluk karşısında
sizler gibi bende bir çocugum
üstelik sarhoş
artık;
ben derinlerinize gömüldükçe sizi hayattan muaf bırakan bi şarap değilim
tam tersine
siz her akşamüstleri
içinize beni aldıkça
ben kendimde değilim..
gerçekten...
yeni umutlar doğurmayabilirim bu sabah
gebe kalmadım akşam sofrasına dün geceden
nedense;
taciz etmedi beni üzümler o meçhul yerden..
Gökhan İNESİ Denizli
Kırmızı Harap
bizi bekliyor hazır
kanepe
parlıyor yüzünün yarısı
kibar bir kadehte
kokun yayılıyor
aşkla coşan öküz
gözü sende
kızarıyor boyun toprağa
tadın yakıyor
geçtiğin yerlerde çal
karasına kurulmuş türküleri
söyle
mahzene mi kapatayım seni
alayım mı
Hüseyin HATİPOĞLU İzmir
Şaraptan Ekmeğini Çıkarmak
aynı şaraba tat verdik
tek tek tanelerimizle
ezen ayaklardan aktı emek ve sevgi
şarap ondan buruk
ondan kekremsi
ondan eskidikçe değerli
Evin Okçuoğlu İstanbul
ŞARAPSIZ
Şarapsız kaldım şeref abi
Sen doldur yine en küfürlü ağızdan bir kadeh
Suratın beş karış
Ben parasız özüm çulunda yatıyorum biliyorsun
Doldur be usta bir kadeh işte
Söylenip durma
Duvarlardaki çıplak resimlere bak sen
Nasılda utanmadan sevişiyorlar parasızlığımla
Usta kemanın ölü izmarit kokuyor be
Boğdun dumana bağ bozumu gözlerimi
Kahır hayat kahpe hüzün masamda
Bak bacaklarım titriyor şeref abi
Yudumlasın damarlarım dudaklarım şerefe şeref abi
Kaldır beyaz örtüyü ölümüyüm ben
Çıplak olsun masam
Şiir okurum bak sana ağlarsın şarapsızım
Sadık Toraman Ankara
DEMLENMİŞ ŞARABI ARİF BİLİRİM
Dünyada rengin tadını bilirim
Bağlarda üzüm tadını bilirim
Aşıksam yarin tadını bilirim
Hayyam üstadımdır tarif bilirim
Üzüm toplayana güzel el derim
Ezdikçe güzelleştiler ne derim
Yare Göz dil veren Allah kerim
Demlenmiş şarabı Arif bilirim
Damla damlaları alfabem benim
Sevgi heceleri kitabım benim
Bir kadehte yer gök yaradan benim
Fani dünya senden geçebilirim
Fani AYDOĞAN İstanbul
Şarap Ve Gözlerin
elimden,
ellerini alma giderken.
bırak kalsın masada her şey,
bir senin gölgen,bir gülüşünün resmi
belki yine dönersin,
ışıklar içinde,başında bir ay.
gel otur derim sana,
gel otur,hiç gitmedin say ...
bardaklarımıza dökülen şarabın sesi
ve dışarda akşam sefası.
bir Akdeniz akşamı gözlerin güler,
sonra yine gidersin,ay söner...
ben kalırım şarabımla,
ışıltısında senin gözlerin.
ve ay güler gökyüzünde,
şarabım seni anımsatır,
dökülürken ağır ağır bardağıma...
Mesut Şimşek Aydın
ŞARAP TADINDA AKTIN
=====================
Sen bilenin ağzında, büyük nefis bir tatsın,
Olgunlaşsın üzümler, zevkimize zevk katsın.
Yudumlarken bir kadeh, güneş batarsa batsın,
Şarap tadında aktın, sen bu damarlarımda!
Dalında salkım salkım, bu bölgeden çıkarken,
Her biri göz karası, toplayıp da yıkarken.
Şıra olmaya hazır, el değmeden sıkarken,
Şarap tadında aktın, sen tüm damarlarımda!
Doldurulur şişeler, yıllarca böyle bekler,
Yıllanmış şarap olur, tadına bin tat ekler…
Açılır bir gün mahzen, şekeri en az sek’ler,
Şarap tadında aktın, sen bu damarlarımda!
İlk notumu vereyim, değerini biçerken,
Al dudağım ıslansın, güzelini seçerken…
Yaksın bu yüreğimi, kadeh kadeh içerken,
Şarap tadında aktın, sen tüm damarlarımda!
Nerde bulunur nerde, bu dünyanın doğası,
Asma bahçeleridir, Bekilli’nin ovası…
Genç kızların elinde, dolu üzüm kovası,
Şarap tadında aktın, sen bu damarlarımda!
Kadehim var elimde, hasretle seni andım,
Karşılıklı baş başa, İçersin beni sandım…
Dudağımda tadı var, ateşi Mey’di yandım,
Şarap tadında aktın, sen tüm damarlarımda!
Bir Bekilli şarabı, birde sensin şuramda,
Başlarken o kadehler, türkü söyler cura’mda…
Senin üzüm gözlerin, domi sekle aramda,
Şarap tadında aktın, sen bu damarlarımda!
Hüseyin Hakan KURTARAN Aydın
UNUTULMUŞ AFİŞLER
günün birinde çocuktum
annemin güzel bir eteği vardı
ikimiz de utangaçtık,bir çukurda
iki uçurtma
şurubu tercih etti o...
ve bir gözü mordu annemin
şarap yüzünden...
külümün üstüne söz vermiştim sana
asmayacaktım böyle bir günde yüzümü
bağırtı, en solgun yerlerimde bile bağırtı, akarsu
gibi belki, belki güneşte yanan bir bisiklet
gibi belki, delindi kulağımdaki tüm çınlayışlar
akşamsızlığı önererek tenindeki kargaşaya
yenilginin boynumdaki vebalinden kurtuldum
durup dururken küsüverdim şaire, ağrı yaptım
kendime boncuksuz nazarlardan, odalar
beni aradı ben odaları, ney çaldı teyzem
bunlar da yetmiyormuş gibi, iğneli
yazıtların hercaisinden fır
döndüm iç işlerime
günün birinde çocuktum
annemin hâlâ güzel bir eteği var
ama şurubu yok
bak işte, şarap da biter şiir de
unutulmuş afişler gibidir ömür...
Taner Cindoruk İstanbul
Papazın Bağı
şarabın burukluğuna bırakırken saflığını aysıl bir şakaydı bağ bozumu
genç karnında dört dörtlük kusurları vardı asmasında şeytansaçı
eylülde kırklanmış narince şarabıyla yıkamıştı ayaklarını aşkın
papaz bağındaki evlenmeleri hiç kutsanmamıştı
yakut bir gerdanlık gibi yakışmıştı boynuna ayrılık
bağ evinde büyütmüştü ölü kızını ki öküzgözleri on dörttü
mahzeninde şarabi intihar provaları ve köpüklü beyaz beddualar
şişedeki gözyaşı dillenirken salkım saçaktı kumralı oysa utangaçtı
geldi zaman gitti (o) zaman bahçesine başladı bağban
sepetinde misket boğazkere ve deli gibi sultaniye üzümü
yıllanacak bir şiir bıraktı kadehe Salkım Hanım boğazına kadar yakut
bozdu bağboğan bağını yastığına bir salkım üzüm bırakıp vurdu kapıyı!..
Ayten Çolakoğlu Ankara
Kefaret
Gecenin ayazı ısırdı yüzümü
Kanadı dudaklarının izi
Söz kanadı
Soluğun terk ederken ellerimi
Ayaklarımda sızladı yokluğun
İçim yandı
Biliyorum ne ekmek ne de şarap için
Aşk için gündeliğin
Aşk için
Ve kefareti
Yürekleri esir eden hazların
Ruhuna ödettiğin
Fatih Başyiğit Kocaeli
DÜŞ ŞURUBU...
Gözlerimde erken bir bağbozumu…
Akar beynimden
Kalbimdeki şişeye doğru
Ilık bir düş şurubu…
En iyi şehvet gecesinde ezilirmiş üzümler
Kutsallığını giyinirken hünerli eller
Tanıdık bir eylül bıçaklanır uykusunda
Ve Tanrısal iksirler akar fıçılara…
***
Kırmızı tenine dokunur gibi bir kadının
Sarıldım kadehimin ince beline
Aklımda azgın şelaleler dizginini yitirmiş
Aşk yücelsin diye bu yudum…
Kana kana içip, kanattım içimdeki dilenciyi
Yalnızlığa mayalandım her defasında…
***
Soylu bir geceyi ödünç alır gibi günden
Sevişmek için karanlığı bekledi kadehler
Ve dirildi her yudumda…
Kanadı dudakları Dionysos’un
Zeus’un baldırından doğdu sonra…
Ve İsa’nın kırmızı kanı
Bir kudas ayininde
Döküldü şişeden…
Yıkanır içim mahzeninde gözlerin…
***
Kezzap sıçramış gibi geceye
Kasvetinden iki büklüm olur gökler
Aşığın kanlı gözyaşı dökülür sonra
Ve kanar gözleri üzümün
Bir fırtınaya davetlidir artık dilim
Matemine susar kanlı dudaklarım…
Rakı şişesinde balık değil de…
Şarap deryasında sandal olsam aslında
Sallansam, sallansam dursam
Sallansam…
***
Ekmek, aşk ve şarap uğruna öldüğüm günlere…
Şairin gazabından korktum
Çünkü fena kırmızıydı sözleri
Saat onikiden sonra ya da önce
Şarap olamaz hiçbir içki…
Güven Adıgüzel Diyarbakır
Üzümün kara kanı, yokluğun -iki siyah, iri üzüm salkımı, gözlerin’e-
"yokluğun ne güzeldi -gelme olasılığın vardı hep- "hiçbir mutlu aşk" bunu içermez-
-Gözlerin ezildi, döküldü kadehime-
Gerisi kocaman bir aşk, tanığı yalnızlığım
Gözlerine bakışım yudum yudum.
saati yavaşlatıyor, iri kederini dağıtan zamanın, içki; şarap.
saat biraz hızlansa –korkarım- bu gece gelmediğini farkedeceğim –yine- de
yavaşlamıyor boğazımdan aşağı inen tadı gözlerinin
ben seni sevdiğimi, yine anlıyorum ve –de- senin beni sevmediğini hiç -yüzü belirsiz bir damla ezik, iri, kara üzüm salkımı
-bitişti gözlerime gözlerin-
ne kadar uzak da olsa başucuna bitişik aklımın yine –de-
biraz daha eksildiğini; neyse ki, bir yudum mümkün hasret.
-ben senin tek oluşunu, yalnızlığını sevdim, başka bir şey yoktu gözlerinde.-
-ben senin bakışındaki mahzun tonu sevdim, bir başına, dünya-
-ben ve dünya.- ben seni sevdim, dünyayı.
mephisto, sessiz olan bitene koparıyor bir daha yaprağını takvimin bir daha -yalnızlığımızı-
çaresiz ve de ağrı veriyor ümitsizlik asi ve yalnız aklına -daha çok yalnız kalacak-
seni buldum, çehresi yorgun-çökük tası tarağı toplayıp aşktan gidiyor; başka yerde şansını deneyecektir- artık-
çelemez aklımı çaresiz değilim dünyayı buldum yumuşak çehresini aklının, çenendeki zarif genç kadını.
k opacak bir gün daha zamandan, tek başına susanlar için bir kere –daha- yine de bu önemsiz gelebilirsin, hâlâ.
sonra geçen gece de bitti yarın da bitecek
bunlar -şarabının yudumunda- bitiyor bakışın adlı sihirli içecekte
tatlı gülümsemeni esirgeme bu iri üzüm salkımının tatlığını benden, ben dünyayı sevdim ve gidişinle doğan yeni ayı küçük sarı güneş parçası kız-
nerde usanmış leke çıkmamaktan üzerinde -olmayan- bir gömleğin?
nerde uykusuz tramvay caddeden geç-mey-en?
bana o kadar uzaktan bakma aklımdan çıkmayan gözlerinle
yokluğun, -gibi bana ait olan- sessiz gözlerinle
yere dökülen -sessiz- bakışın, biraz daha tatlı hiçbir yerde; -mahzeni- hiçlik
tek satır içmemişim yalnızlığımdan, farkedince irkiliyor gün, kımıldıyor yerinden
tek saniye geçmemiş gidişinden -aynı gün-
tek başıma bugün de gölgesini taşıyorum kederin, yüzümde
sensizliği, giderken bana bıraktığın, iyi baktığım, soldurmadığım-
-ben, senin, “yalnızlığı” andıran iri kederini sevdim gözlerinden damağıma-
Üzümün kara kanı, yokluğun(u)
Hakan Alev İstanbul
İŞKENCE
Üzüm görüyorum yüzümü
nerene baksam bir kırmızı bir şarap
demir döven sesleriyle açılırken
Yunuslar geçiyor Yusuflar birer birer
Oysa kimin umrundaydı
alttan donması suyun
ya da hiç olmasaydı arılar
oksijen, su, kadın ve öbürleri
Yaksan sonra memelerini de yaksan
hani süt de olmasa beyaz da
memelerinden aksam yangın yeri
Kimin umrundasın ey dünya sevgilim Hamit Abi
hangi Allah iç derse ben ona taparım
Özgür Asan İstanbul
Önce Aşk Kutsandı
kıyı kasabalarından gelip geçenler gördü önce
aşk geçişleri doluk güneşin yüzünü
balığın üzüm gözlerinde hüzün- kadına baktı
ve
şarap masaya oturdu
gün kavuşacaktı
insan şarap ve aşk kadından doğarken
tanrı gülümsedi
zulasında ağ gezdiren ağlamalar
önce balıklar ölecek dedi - balıklar ve çocuklar
gün görmeden geçip gidecekler yanınızdan
mutlaka sabah olacak ama
güneş her zaman girmeyecek bu kapıdan
ve açlık
ve umut
ve kadın
aşk masada çakırkeyif koyu kıvamlı
güneşin de (mi) başı ağrıyordu/ sarhoştu
cumartesilerinde balıkcı kasabasının
şarap güldükce koruk soluklaması
yanacak ateşlerde dans kaçınılmazdı
(mavi) beyaz elbiselerinde ıslak, çırılçıplak
kutsanmış suların tadında çapkın soyunacaktı
martı kanadında albatrosa ileti salan muştucu
verdi o haberi gece dağınık
tuz suya kanık üzümden arınık ağlayacaktı
bir de utanmasa
ve
bir de mavi kapılarda çocuklar bakmasa
tanrının gözleri kördü ondandı
önce
anasından sübyan balıklar yağmura yakalanıyordu
İshak KONYA Kocaeli
Şaraptan Öte Yâr Olmaz
Düştün, içimde parçalandın yine
Battı yüreğin yüreğime
Acır sandım
Gözlerimi açtım
Kördü renklerim, gözüm değil
Ellerimi sana uzattım
Dokununca kokunu aldım
Kırmızı...
Geçkindin, kimine göre olgun
Her yudumunda yaş aldım
Aklım yolunu bilmez bir şaşkın
Kılavuzu kadehte
O Eylül rakkas, damlaydın
Ben yalnız, Tanrı'ya yalvardım
Sen dilime düşünce
Dünya varmış, inandım
Kimi arkana saklandım
Anıları orada bıraktım
Evinin dibini görünce
Ardındakilerle kaldım
Dedim beni bırakmaz
Aksa da yalnız koymaz
Bağlarım gani olsa
Senden öte yâr olmaz.
Hakkı İnanç İstanbul
ŞARABIN TADINDA
Müptele değilim sarhoş değilim
Şarabın tadında yaşam isti yom
Ömrüme bir nebze lezzet katacak
Şarabın tadında yaşam isti yom
Rakıyı viskiyi alın kenara
İçeceğin bade can versin cana
Benim içeceğim karışsın kana
Şarabın tadında yaşam isti yom
Kimi bade deyip sunsun yarine
Kimi deva için versin birine
Başka tat istemem körü körüne
Şarabın tadında yaşam isti yom
Akşamdan akşama bir iki yudum
İçer isem ehli keiftir adım
İllaki şaraba benzesin tadım
Şarabın tadında yaşam isti yom
Kul kamalim ehli keyif adamdır
Üzümün ürünü temel gıdamdır
Bekilli şaraı artı kıdemdir
Şarabın tadında yaşam isti yom
Kul Kemal(Kemal IŞIK) ANKARA
Bekilli’nin Dağları
Bekilli’nin dağları
Bülbül öter bağları
Ben yarime gel demem
Geçti aşkımın çağları
Bekilli üzüm karası
Kalpte eşin yarası
Yandı ciğer paresi
Yok cepte şarap parası
Bekilli şaraının tadı güzel
Yarım gurbet elde gezer
Sılada annenin yürği sızlar
Yollarda her gün yolunu gözler
Bekilli bağ bozumu geldi
Şaraplar şişede dizili geldi
Şairler toplansın bir araya
Şarap festivali zamanı geldi
Münevver DÜVER Adana
KIRMIZI
Kırmızının ardında gizlenmiş ay rengini görünce.
Bir vuslata daldım bu akşam penceremde ben yine.
Damağımda o leziz badenin tadını hissedince.
Gözlerim sarıldı sanki kadehin alımlı beline..
Masamla sandalyem anlaştılar demek ki
Badeyi yatırdılar uzunlamasına yüreğime sanki.
Tüm gökyüzünü, hem de odamı sardı bir hava
Kırmızıya büründü saatler geçtikçe dünya.
Damla damla hissettim hayatımdan kalanları.
Yudum yudum içtim tekrar zalim ayrılıkları
Zaman geçtikçe daha da bir yakıştı şişe masama
İçmeyi sevdim, şarabı sevdim, huzur doldu odama.
Mehmet Fevzi Yeniçeri Denizli
HAYYAM
Binbir çile ile dikilirsin bahçeye
Ümit ile beklenirsin gelesin diye şişeye,
Damlan bile can verir seni içen kişiye
Adın başka tadın başkadır hayyam.
Sensiz sofra kurulur mu bilinmez
Tadını bilen senden hiç vazgeçemez,
Sana varabilmek için bir yıl beklenemez
Adın başka tadın başkadır hayyam.
Sana söz söyleyen olur mu bilemem
Ama ben senden inan vazgeçemem,
Seni, ne gözümden,ne gönlümden silemem
Adın başka tadın başkadır hayyam.
Bengi su gibisin peşinden koşulan
Nice meclislerde adından konuşulan,
Gece misin gündüz mü?
nevbahar mısın,solduran güz mü?
Adın başka tadın başkadır hayyam
Birsen İnal Muğla
UZAKLARDA
Bir sıkıntı halidir sürüp gidiyor gecede , şarap içmeliyiz
Mutluluk bir seraptır geceleri görünür ve kaybolur
Gündüzleri her şey aslı gibidir…
Pişmanlıklar kirli birer lekedir şakaklarımızda , şarap içmeliyiz
Güzelleşmeliyiz çirkinliklerin girdabında ihtiyarlarken
Her şey güzel olacak diyebilmek için en azından
Kırmış da olsak kadehlerini eski aşkların ve eski zamanların
Amansızca ve bile isteye şarap içmeliyiz
Kim bize soracak hesabını kadim zamanların
En başından beri varız en sonuna varana kadar
Şarap bizde aynı nefestir Hayyam Ustayla
Şarap içmeliyiz bile isteye , geceye akmalı son damlaları
Herkes vicdanının önünü şarapla yıkasa da
Yeniden insan olsak…
Özgür Boz İstanbul
BERRAK ŞARAP
Şapkanın,oyalı yazmanın altından sızan
Alınteridir damlayan bazen al bazan ak vekara
Hissedersin onun yorguluğunu damağında taze iken
Hele bir dinlensin ne keyif verir insana bir bilebilsen.
Bazen yakıştırırlar onu kızarmış balığa ,beyaz ete
Oysa ben ona yakıştırırm en güzel beyaz peyniri,kızarmış balığı ,kırmızı ve beyaz eti
Ne kadar süslenirse süslensin yemek masası
Güzellik mi olur olmayınca üstünde kadeh içinde berrak şarabı.
SULTAN KAVALCI AYDIN
GÜNÜN İLK IŞIKLARIYLA VURDUK YİNE SABAHA
Yalnızlığın örümcek hüneriyle
Ördüğü tül gecede
Bağ bozumu hayatın...
Dört duvarın döndükçe yitirdiği köşeleri
Bir batıyor bir çıkıyor kadehimdeki girdapta
Bir ben kalıyor geriye
Bir y/üzümden sağılan sen...
Her yudumda bir ırmak ekliyorum atlasa
D/ilimdeki burukluktan doğup
Elem yüklü gemilerin battığı denizlere dökülen
Kanla karışık sağnak olup damarımda
İşleniyorsun canımdan tenime rose!
Sen varken nasıl inanırım
Bir dirhem çamurdan olduğuma?
Ekmek de doğrarım,aşk da banarım eteğine
Sonra aşk güzel...Dünya güzel...
Izdırap veren onlar değil zaten,az olan sen!
Soyunurken cam entarinden sedef sırlı çanağa
Bir yangın çağlar canevimden parmak uçlarıma
Kanıma susamış tüm hayvanlar kaçar ormandan
Yüzleri seçilmez olur isten dumandan
Kimisinin vakitli vakitsiz
Köpek dişleri bilenirken ensemde
Kalkan ilk kadehle yüzülür derileri
'Haydi, postsuz kurtların şerefine!'
Bir sen... Bir sen rose!
Dostluğuna denk az, gerisi hep hicaz...
Bir ömür sin nefesime
Esansınla yuvarlanan her ses
Taç olacak saki lugatine
Testi boşalsın ben dolayım
Testi dolsun ben boşalayım
Bardaktan dökülürcesine
Sürçü lisana gebeyse dudaklarım
Teyemmüm etsin rengine
Varsın kilit ol okları yarılanmış dilime
Bir ömür lal olayım sofranda
Varsın çilingir ol paslı mabedime
Tüm gizlerim sır olsun sırtına
Eğildikçe kendimi göreyim sathında
Doğruldukça yüzümü süreyim semaya
Ne o,kalkıyor musun rose?
Başım da şiir gibi döner durur, aldırma...
Sahi,
Ne kadar oldu son buseni içeli?
Rose? Rose...
Mesut Şen Eskişehir
Bir Garip Aşktır Testide Çağlar
İki kapılı kavın kuytusunda
Henüz daha salkımda yıllanmış gönülle
Salınırım peymanenin açığına
Ne altımda yer ne üstümde eflak
Ne sırtımda urba ne başımda taç
Dudak kıvrımımda kırılan
Billur eteğine karışır
Göz karamdan yol alan sepya anı
İnce ince süzülür
Aşk olur Kamer devranına
Canevim çevgan meydanı
Demimde bir dirhem kara
O karadır ki
Çalınmaz yanağımdaki ala
Hangi yara yansam
Bir olmaz dilimde tüten aşkına
Ateş çiçekleri örülür de gerdanıma
Sen kes,
Yine kes bu bağrı
Dolmasın göğsüme kokundan gayrı
Ah o kırmızı tılsım!
Alevde dövüp canı
Cam-ı cem yapan kendine
Varsın kırıldığı yerden kaynasın
Tine... Ete... Kemiğe...
Sihrine meftun, döküldüm de pare pare
Varsın gazel olup yansın dilim
Bize hep güz, yaz bergaşte
Beli dahi kavranamayan hasta bir gül iken
Yüzü yerde...
Daha da derinde...Cehennemde...
Sakinin b/ağ örmesiyle yarama
Doğruldum biçildiğim yerden göğe
Şifana yüz sürdüm geceden fecre
Hasbuhal edilir mi dediler lal meyle
Anlar mı gamdan elemden?
Deva bulmasam kaside dizer miyim rengine
Nuş edin efendiler!
Karafta zülfüne berdar olanlar aşkına!
Sermest oldum damağımı sıyıran aksi sedaya
Demli öpüşler bıraktım
Yar gibi koluna girdiğim testinin dudağına
O testi ki,
Devrilse bir gün Hayyam'ın sofrasında
İlk ölecek benim o an
Üzerime toprak olacaksa
Uzandığım kabirde
Son nefesimde dahi eserken bade
Sorarım Ab-ı Hayat'a
Yıldızlar mı kanatlanmış,
Kuşlar mı parlar zühre gibi, mehtapta?
|